back to top

Selam olsun.

Bugün bir yazı okudum ve son dönemde yaşanılan iletişim problemleri ile alakalı ne kadar da doğru tespitlerde bulunduğunu fark edip sizlerle de yazımın arasında paylaşmak istedim. Belki siz de sabit düşüncelerinizden kurtulup anlaşılmak için biraz daha çaba sarf edersiniz ya da anlamak için… Belki de sevginizi gösterme şeklinizi değiştirirsiniz bilemem. Tek bildiğim insanların karşısındaki insanı da kendisi gibi düşünüp empati yapamaması. Kendin gibi düşündükten sonra ne anlamı var empatinin?

”Sevmek anlamak demekti…
Biz anlamıyoruz, o yüzden sevmekte zorlanıyoruz. Sevemediğimiz için yine anlamıyoruz. Ve bu kısır döngüde yaşıyoruz…Anlamaya yanaşmıyoruz.
Kendi dilimiz ile onu çözmeye çalışıyoruz…
Tanımaya değil tanımlamaya çalışıyoruz…
Çünkü tanımlamak kolay.
Hazır tanımlama kalıplarımız var.
İyi-kötü, dost-düşman, güzel-çirkin, şucu-bucu, şu burç-bu burç, taslaklar şablonlar şemalar…
Bildiğimiz üç beş kalıp ile hüküm vermeye çalışıyoruz… “Haa tamam o öyle…”
Böylece tanıdığımızı sanıyoruz.
Ama asla anlamıyoruz…
Bilmek ilim gerektiriyor, anlamak marifet
O yüzden Arif olan anlıyor, Alim değil…”

Ve anlaşılmaya yanaşmıyoruz, ifade edemiyoruz bazen. Karşıdakinin dilini bilmiyoruz, sadece kendi dilimiz ile ifade ediyoruz kendimizi. Bu yüzden bazen tarzanca anlatıyoruz o da anlamıyor….
Onun dilini sevmiyor, kabul etmiyoruz.
Beni benim dilimle anlasın sevsin istiyoruz…
Çözemiyor, yetişemiyor…
O yüzden korkuyor yanaşmıyor…
Kişi bilmediğinin düşmanıdır.
Sevmek için anlamak
Anlamak için de sevmek gerekiyor.
Marifet ve muhabbet böyle cilveleşiyor.
İkisine de yetişemiyoruz…

Sevmeye olduğu kadar sevilmeye de açman lazım kalbini, en az karşıdakini sevdiğin kadar kendini de sevmen lazım.
Ancak böyle insan kalabiliyoruz.

İnsan anlamak istemiyorsa anlatmak doğru mudur peki?

Velhasıl bir ilişki devam ederken insanların konuşarak anlaşması,anlatması, anlaması ya da dinlemesi gibi eylemler gerekiyor. Belki de çoğu insan sevilmekten çok anlaşılmak istiyordu? Nerden biliyorsunuz sadece sevginin yeterli geldiğini, geleceğini?

Bu sadece aşk ya da sevgili olmak iki alakalı değil bu arada. Dostluk, arkadaşlık, iş ortaklığı, vb… gibi durumlar için de aynı şey geçerli. Aldığım bir çok koçluk eğitiminde kişiye önce mantıktan, durumdan ya da olması gerekenden ziyade duygularımızdan ya da ne hissettiğimizden bahsetmemiz gerektiği öğretilmişken ve çok da önemli bir hususken nasıl oluyor da insanlara engel koyup, beni bir daha sakın arama gibi cümleler kurabiliyoruz. Kendimizi korumak için saklanmaya gerek yok, açık iletişim kurmak engellere rağmen bağları kuvvetlendirir.

Peki neden ve nasıl bu kadar cesuruz?

Ya karşımızdakinin hiçbir şey olmamış gibi koşa koşa geleceğinden ve ilişkinizi heba etmek istemediğinden, özetle; sevildiğinizden eminsiniz ya da sahiden gözden çıkardınız ama kendinize bile itiraf edemiyorsunuz. Kendi bencilliğiniz yüzünden ilişkiye devam ederken inkar, yas, depresyon, kabul etme gibi süreçleri yaşıyor ve yaşatıyorsunuz. Aynı zamanda karşınızdaki insanın da dengesini bozuyorsunuz.

Aklıma Sigmund Freud’un bir sözü geliyor bu gibi olaylar karşısında…

Karşınızdaki insan, sizi neyin üzeceğini bildiği halde onu yapmaya devam ediyorsa bunun adı hata değildir. Düpedüz sizi gözden çıkarmıştır.”

Sahi bu kadar kolay mı?

Bitti! diyince hemen bitirebiliyor musunuz mesela?

Karşı tarafı engelleyince ya da size ulaşmasını her defasında zorlaştırınca kalkıp size koşmasını mı bekliyorsunuz? Belki ikna edilmesi gereken siz değilsinizdir bu sefer. Ya da büyük resmi siz göremiyorsunuzdur.

Nereden biliyorsunuz?

Açık kalplilikle sorayım.

En son ne zaman birini sahiden dinleyip nasıl olduğunu, ne hissettiğini merak ettiniz? Yani sırf sormuş olmak için ya da kibarlık için değil, gerçekten…

Şöyle düşünün…

Eşiniz ya da sevgiliniz sizden arkadaşlarınız ile keyif yaparken yolda kaldığını ve sizin desteğinize ihtiyacı olduğunu söyledi. Siz de ‘Kendi başının çaresine bak, ben gelemem.’ diyip sırf inadınızdan gitmediniz. Neden? Çünkü kendi başının çaresine bakmayı öğrenmesi gerekiyor, bu zamana kadar siz mi vardınız hayatında? Evet yoktunuz. Peki olmanız ile olmamanız arasında bir fark yoksa birbirinizin hayatında olmanızın ne anlamı var? Bir bütün olmanın, aile olmanın ya da arkadaş olmanın ne anlamı var?

En kötüsü de ne biliyor musunuz?

Sizin bundan incindiğinizi belirtmenize rağmen karşı tarafın umursamaz tavırları…

Şimdi sorarım size…

Kendinizi sonsuz güven içinde hissettiğiniz, bir ömür paylaşmayı düşündüğünüz insan size böyle birşey yapsa ya da söylese tepkiniz ne olurdu?

Ben hala düşünüyorum…

İnsanları sadece maddi anlamda mutlu etmeye çalışmak yetmez bazen. Mantıklı olmak da mutlu etmez, haklı olmanın etmediği gibi… Ben haklı olup mutlu olan çok insan görmedim hayatımda. İnsan yeri geldiğinde özür dilemeyi ve yaptıklarının sorumluluğunu almayı bilmeli. İşte tam olarak burada anlaşamıyor insanlar.

Biri için düz mantık; ‘Ben hayatında olmasam ne yapacaktın, bu zamana kadar ben mi vardım?’

‘Kalp; ama sen varsın, senin çözmeni bekledim. Çünkü sen hep çözersin ve beni yolda bırakmazsın.’

İşte bu ‘hep’ cümlesi ile insanlara fazla anlam yüklüyoruz ve kişi kendini emir komut zincirinde hissederek tepki veriyor.

Yapmak zorunda mıyım?

Bilmem, yapmak zorunda mısınız?

‘S. git, başının çaresine bak. Ben mi düşüneceğim seni bu saatten sonra?’ ile söylenmek istenen şeyin arasında nasıl ve ne gibi bir anlam farkı var acaba?

Bana hayatımdaki insan bu tarzda birşey söylese hiç içi hissetmez, hayatındaki yerimi daha da önemlisi onun benim hayatımdaki yerini sorgulardım.

Bir başkasının gayet normal karşılayabileceği gibi bir başkası için ayrılık sebebi de olabilir.

Bir başkası için de şöyledir; Ben başımın çaresine tabi ki bakarım ama seninle bir başka bakarım.

Bu sözden sonra da büyük üstad Nazım Hikmet’in şu satırları geldi aklıma…

Hani derler ya; ben sensiz yaşayamam, diye. İşte ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım…

İşte farklı farklı bakış açıları var. Kimi bunu emrivaki olarak görüp gidip almaz, kiminin ödü kopar mahalle kapısından içeri girdiğinde apartman kapısında başına birşey gelir mi acaba diyip dakikasında arar….

İnsanlar, ah insanlar…

Sonra birbirimizi anlamaktan, anlatmaktan ve anlaşılmaktan bahsediyoruz.

Kendi hür iadeniz ile yaptığınız iyiliklere kimsenin laf ettiği yok, aslolan gerçekten ihtiyaç duyulduğu an orda mısınız? Orada değilseniz ne yapıyordunuz? Hadi ne yaptığınız da önemli değil velevki çok acil işiniz vardı. ‘Kusura bakma, özür dilerim düşümemedim.’diye çok güzel kendini ifade etme şekilleri varken diğer kalan bütün kelimeler, kurulan cümleler, yapılan davranışlar, birlikteliği bitirmek üzere kurulmuştur.Çünkü safi ego yine devrede. Nasıl davrandıkları için özür dilemek yerine ,nasıl tepki gösterdiğin için özür dilemeni bekliyor çoğu insan.

Sizinle görüşmek istemez. ‘Sürekli dip dibe olmak zorunda mıyız’ der.

Sizi almaya gelmez. ‘Kendi başının çaresine bakmayı öğren.’der.

Mesaj yazarsınız. ‘Gördüm ama sonra yazarım diyip yazmadım.’ diyip cevap yazmaz.

Konuşmaya çalışırsınız. ‘Kavga mı etmek istiyorsun.’ der.

Problem olduğunu sesinin tonundan anlarsınız. ‘Problem mi var diye sorarsınız, seninle alakalı değil.’ der. Ama görülen odur ki; en büyük problem sizin onun hayatında olmanızdır.

Sonra bir bakmışsınız ki; aslında başından beri eleştirildiğiniz ne varsa karşı taraf umursamaz bir şekilde kıra döke, parçalaya parçalaya bunları yaparak bir de sizi suçlu çıkarır.

Birine ulaşabilmek, empati yapabilmek, anlayabilmek, anlatabilmek, konuşabilmek,paylaşabilmek, yormamak, yorulmamak, elindekinin kıymetini bilmek çok zor olmasa gerek…

Bazen konuşarak anlatamadıklarınızı sadece susarak anlatabilirsiniz, belki artık anlatmaya bile gerek duymazsınız. Kendiliğinden susarsınız. Bilinçdışı susmalardır bunlar. Susmalarınıza bir göz gezdirin derim ben. Bazı suskunluklar sonsuza kadar sürebilir. Hep öyle değil midir zaten karşınızdaki sizi anlamak istiyorsa konuşmak, anlamıyorsa da susmak iyi hissettirir. (Çiğdem acarsoy)

Ve beni, konuşarak herşeyi çözmekten yana olan beni bile susmanın en iyi yol olduğuna inandıranlara da selam olsun…

Siz istediğiniz kadar konuşmaya, anlatmaya çözmeye çalışın. Bir yerlerde yine anlaşılmayacak, anlatamayacak ya da anlamayacaksınız. İsteseniz de istemeseniz de bir yerlerde esnemek zorundasınız, esnemezseniz kırılırsınız. Bunu şöyle özetleyebilirim. Dönün fotoğraflarınıza bakın ya da iki sene önce giydiğiniz kıyafetlere, saç tarzınıza, okuduğunuz kitaplara, dinlediğiniz müziklere, izlediğiniz filmlere, gittiğiniz yerlere, hayallerinize, en yakınım dediğiniz insanların artık hayatınızda olmayışına, eğitim seviyenize bakın! Hangisi olduğu gibi duruyor, en önemlisi siz hala eski siz misiniz? Evet diyorsanız içinizden, gerçekten bir esneyin… Esnemezsen kırılırsınız!

Zaman içerisinde; Ben yapamam, yapmam dediğim şeyleri yaptığımı, böyle olursa şöyle olur ama dediğim şeylerden döndüğümü fark ettim. Hep derler ya ”Bir şey ya siyahtır ya beyaz arası yok bende!” Hayır arkadaşım, hayatın ara renkleri de var siz görmek istemiyorsunuz. Görmediğiniz sürece de resmin hep dışında kalacaksınız… Paylaşmadıkça, konuşmadıkça, sustukça, olanı olduğu gibi kabul edip düzeltmeye çalışmadıkça, onarmadıkça hep dışarda kalacaksınız. BEN BÖYLEYİM demek her zaman çok kolay, konfor alanından çıkmayıp her istediğinizi yapmak, yapabilmekte en az bunu söylemek kadar kolay. Unutmayın, insanları fikir ayrılıkları ayırmaz, üslup ayrılıkları ayırır. Hâlden anlamamak, hemhâl olmamak, dertleşememek ayırır…

İstediğiniz bu mu gerçekten?

Rutinlerinizi sürdürüp, alışkanlıklarınıza devam ederken karşınızdaki insanı yok sayarak ilişki yürütmek mi yoksa esneyip hayatın diğer renklerini de görmek mi?

Karar sizin…

Senem Acar
Senem Acarhttp://Hayalimdekiben.com/
Yaşadıklarımı Örnek Almak İçin Bir Sebebin Yok. Alma Zaten. Ben Kılavuzun Değilim, Dilediğin Zamana Kadar YOL ARKADAŞINIM!

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgilinizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir

Jet hızı

Sakın Unutma