Bu zamana kadar çevremdeki insanlar ben izin verdiğim kadar ve ben izin verdiğim sürece hayatıma dahil oldular. Ne zaman ki insanlara sevgimi verdim, ne zaman ki fikirlere, düşüncelere olan saygımdan dolayı tolerans gösterdim baktım ki benim sınırlar olmuş elek! Sınırlarımın aşılmasına izin verdikçe baktım ki; kendime saygımı kaybediyorum. İnsanlar, onlara olan sevgimi yanlış değerlendirdikleri ve kendilerinin vazgeçilmez olduklarını düşündüklerinden olsa gerek verdiğim değerin gücüne güvenerek sınırlarımı geçmeyi, kararlarıma, seçimlerime saygısızlık yapmayı kendilerinde ‘hak’ olarak görmüşler. Sonuç olarak ben yine kendimi ve nerede yanlış yaptığımı sorguluyorum.
Sahi insanlar neden bu kadar kötü?
Aslında doğru soru; ben neden bu kadar iyi niyetliyim?
Albert Einstein ”Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.” derken aynı zamanda ”Delilik; aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” de demiş. Kütle enerji eşdeğerliği formülüyle yıldızların nasıl enerji oluşturduğuna açıklama getiren ve nükleer teknolojinin önünü açan dünyanın en zeki insanlarından biri olan Einstein’ın bile kararsız kaldığı zamanlar oluyor demek ki 🙂 Aslında kendimizi, düşüncelerimizi, davranışlarımızı değiştirmediğimiz sürece aynı hatayı değil üçe beşe ona da katlasak hiçbir şey değişmez. Öğrenmeniz gereken tek şey oyunu nasıl oynamanız gerektiğini öğrenmektir.
Bütün ilişkilerde, ilişkideki dengenin korunması ve sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için alma – verme dengesi olmalıdır. Eğer bu denge bozulursa ilişkide sorunlar başlar ve ilişki zarar görmeye başlar. Çünkü hayat denge üzerine kuruludur. Alma – verme dengesi sadece maddi olarak düşünülmemelidir. Maneviyatta bir dengedir. Hatta benim için çoğunlukla maddiyattan çok daha önemlidir. Eşit bir alma – verme dengesine sahip olamamanın en önemli nedenlerinden biri de ilişkilerde bireylerin birbirlerinden farklı olmalarıdır. Unutmayın ki; alma – verme dengesinin bozulması, kendini tekrar eden olaylar yaşamamıza ve hayatımızda karmaların başlamasına sebep olabilir. Verdiğimiz kadar almayı, aldığımız kadar vermeyi öğrenmemiz gerekiyor bir şekilde…
Alma verme dengesi bozulduğunda bir taraf her zaman kendisini kullanılmış, kendinden ödün vermiş gibi hissedecektir. Ve en kötüsü bir tarafın kendini küs hissederken diğer taraf için anormal bir durumun olmamasıdır. Bu fark edilmediği ya da açıkça konuşulmadığı sürece seneler boyu böyle sürebilir. İlişkilerinizi ateşlendirin! Yani rutinlerinizden çıkın…
Konuşarak, karşılıklı fikir alışverişinde bulunarak, empati kurarak ve alan bırakarak bir nebze rahat nefes alabilirsiniz.
Hissettiklerinizi anlattınız, rahatsızlıklarınızı dile getirdiniz, anlaştınız… Yine mi mutlu hissetmiyorsunuz?
Kendinize sorun;
Sürekli verdiğine odaklandığın için evrenden aldıklarını görmüyor olabilir misin?
Sürekli almaya çalıştığında daha çok eksildiğini hissediyor musun?
Bu denge bozulduğunda hastalanıyor musun?
Benim gibi insanlar için almak biraz zordur. Ben birçok şeyi çok kolay elde etmedim. Her türlü zorluk ile tek başıma savaştım diyebilirim. Dolayısı ile birilerinden bir şeyler istemek, almak zordur benim için. Zorlanıyor muyum evet çok fazla zorlanıyorum.
Alma verme dengesi ile alakalı olarak;
Bir arkadaşınızın her zor zamanında yanındasınızdır ama ona en çok ihtiyaç duyduğunuz zaman ortada yoktur mesela. Çok yakın üst komşunuza hediye almışsınızdır, ararsınız çok acil işi olduğunu söyler. Sonra öğrenirsiniz ki; başka bir arkadaşı ile eğlenmeye gitmiş. Bir sonraki otobüsü bekleyecek zaman bile sizden değerlidir o an… Siz zaman ayırırsınız, aklınıza ilk o gelir gördüğünüz bütün güzelliklerde ama nafile! Siz yine şuursuzca veren tarafsınız, tebrikler!
Yalvar yakar doğum gününüze davet edersiniz kardeşim dediğiniz insanı. Sırf yanınızda olmasını istediğiniz ve değer verdiğiniz için. Ailenizden biridir ne de olsa, maddiyatın lafı mı olur aranızda? Güç bela gelir. Ama sonra ne olur? Yola çıkılanlar yolda bulduklarına değişilir! Başka bir kardeşinin doğum günü kocaman bir doğum günü organizasyonu şovlar eşliğinde gözünüzün içine baka baka kutlanır. Hem de yaşadığınız bir problem için o günün sabahında konuşulup doğum gününe mutlaka gelmeniz istenerek. Nerde burada iyi niyet? Her şey ‘Ben yalnız değilim.’ mesajı vermek için miydi?
Şuan kim daha yalnız?
Ruhsal iniş çıkışlarından dolayı alttan aldığınız arkadaşlarınız illa ki vardır her defasında sizin alttan aldığınız… Sebep? Yeter ki o üzülmesin, o iyi olsun. Siz?
Her olumsuzlukta ya da duyduğu her yalan yanlış duyumlarda elinizi ilk bırakan insanlar?
Sizin baskı ile yapmadığınız konular ile ilgili geri bildirim veren insanların fütursuzca bu eylemleri kendilerinin yapması ve hiçbir şey olmamış gibi olayı manipüle edip suçlu olarak sizi çıkarması?
Velhasıl bu insanları seviyor olmanız kendinizi daha çok sevdiğiniz gerçeğini değiştirmiyor. Hele benim gibi otuz yıl boyunca kendinizi sevmek için uğraştıysanız bu tür insanlar şanslarını fazlası ile zorluyor. Bu da benim kendim ile kavgam. Aslında onların bir suçu var mı tartışılır? Bu haddi onlara veren benim. Elimdeki bütün olasılıkları kullanarak ilişkileri kurtarmaya çalışsam da son çabalarım hep deneyimleyerek oluyor. Her yolu deniyorum. Bıkmadan, usanmadan, sonucun değişmeyeceğini bile bile deniyorum ki; ilişkiyi tamamen bitirdiğimde dönüp arkama bakmayayım ve ”iyi ki;” ler olsun hayatımda. ‘Keşke şunu da deneseydim.’ demek yerine ‘iyi ki; böyle yapmışım.‘ demek istediğim için her yolu deniyorum ve bütün çizgilerimin aşılmasına izin veriyorum. Bir çok kez sinir ile yaptığım davranışların sonrasında pişman olup döndüklerim de var. Bu da hatalı bir davranış mesela. Düşünsenize başka bir şeye kızıyorsunuz en sevdiğiniz insanlardan hıncınızı alıyorsunuz aslında sizi en çok anlamasını istediğinizden oluşuyor bu insanlar. Sonra onu üzdüğünüzü düşünüp geri vitese takıyorsunuz. En kötüsü karşınızdaki kişi veya kişiler bir sonraki kendileri ile ilgili olan herhangi bir tartışmada da böyle olacağını düşünerek size paspas altındaki anahtar olarak görüyor. Hep orda olacakmışsınız gibi rahat… Ya da yine evrenin yasalarından olan tazminat (bumerang) yasası gibi de düşünebilirler. Evrende gönderdiğimiz her şey geriye döner. Hediye, para, dostluk vb. çeşitli biçimlerde kutsamanın hayatımıza girdiği Sebep ve Etki Yasasından sonra gelir. Örnek : Ne verirsen onu alırsın ya da başka bir deyişle Karma. Birisi gülümsediğinde, ruh haliniz anında değişir. Ama bir gün öyle bir gidersiniz ki; çekim yasası bile sizi döndüremez.
İnsanlar bu özgüveni nereden buluyor bilmiyorum?
Benim bu hayatta yollarımızın ayrıldığına üzüldüğüm, hala özlediğim, hep mutlu olmalarını istediğim iki kadim dostum var. Alma – verme dengesini kurabildiğim iki şahane kalp… Onlarında kırmızı çizgileri vardı ve ben bu kardeşliği bozmak pahasına o çizgilere basmadım. İsterim ki; herkes bu kadar özverili olsun, karşısındaki insanların fikirlerine, inançlarına, değerlerine saygı duysun…
Şimdi al karşına hayatını bak bakalım…
Ne kadar almışsın?
Ne kadar vermişsin?
Geçenlerde çok sevdiğim yazar Akilah Azra Kohen’in babasının ona söylediği ve benim anne ve babamın da ara ara bana söylediklerini sizinle paylaşmak istedim.
‘Babam derdi ki; Bu kadar iyi olma. Sen bu kadar iyisin diye evrenin bir yerinde birileri o kadar kötü olmak zorunda kalıyor. Evrenin tek sorunu denge.’ Azra Kohen
‘Ne olursa olsun sen iyilik yapmaktan vazgeçme, kimse ile ilgili kötü bir düşünce içine girme. Yaptığın iyilikte kötülükte seni bulacak…’ Ahmet&Hediye Acar
İyi olmaktan vazgeçmeyelim …ama….kendi hakkımızı koruyarak…eder ve değerini doğru okuyalım…şeytan heb bana rab bana çalışır…çok iyi oynar…maske ile kılıktan kılığa girer iki ayaklı insan görünümlüdür…bu alem şeytanlar alemidir…insan kullanmayı çok iyi bilirler…ihtiyacınız olması gerekmez…isteyin ve yok hayır deyin…görürsünüz o iyilik meleği görünümlü şeytanları..