Selamlar, yazımın başlığını eklemeyi unutmuş değilim merak etmeyin. Sadece henüz yaşadığım duygunun tarifini yapacak kelimeler, cümleler bulamadığım için yazımın adı tanımsız.
Hayatımın bu dönemine kadar çok fazla sevinç, mutluluk, acı, keder, heyecan, tedirginlik yaşamış olsam da; minicik bir kalbin beni bu kadar heyecanlandırabileceğini, soluğumu kesebileceğini, bedenimin bütün dengelerini alt üst edebileceğini hiç hayal edemezdim. Hayal edebilirdim belki ama nasıl anlatılır, kelimelere nasıl dökülür bilmiyorum. Yazmayı deneyeceğim tabi😁
‘Her yaşın ayrı güzelliği vardır.’ lafı her geçen gün daha fazla anlam kazanıyor hayatımda. Her an, her saniye yeni bir şey öğreniyorum. Hatta öğrenme işini bazen o kadar çok abartıyorum ki: aynı şeyler için farklı şeyler deneyip değişmeyeceğini bilsemde inatla deniyorum. İnsanoğlu mesela katiyen değişmiyor. Yedisinde ne ise yetmişinde de o oluyor.
Neyse uzatmayayım; İlk hatırladığım heyecanım ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenenlere kırmızı kurdelanın takılacağı gündü. Dişlerim titriyor, avuç içlerim terliyordu. O küçücük kalbimin gürültüsü karşı sınıftan duyuluyordu herhalde. Kelimeleri toparlayamıyor, gözlerim hiç bir harfi seçemiyordu. Aslında çoktan okumayı öğrenmiştim ama o an ne olduysa yapamadım. Sonra yine ilkokul üçüncü sınıfta 23 Nisan’ da sahnedeyken, onlarca insan beni izlerken yine çok heyecanlanmıştım.
Orta okulda 30 Ağustos kutlamalarında yaklaşık bin kişiye şarkı söylerken o kadar heyecanlanmamıştım nedense, düşünüyorumda sanırım benim hayatımın hiçbir döneminde sahne fobim olmadı. Topluluklara hitap etmek beni her zaman mutlu etti. Zaman geçtikçe kalp atışlarımı hızlandıran şeyin heyecan değil öfke olduğunu anladım. Kendime kızıyordum. Sinirlendikçe boyun damarlarım belirmeye başlıyor, yüzüm kıpkırmızı oluyordu. Kendime kızmamın sebebi aslında heyecanımı kontrol edemiyor olmamdı. Dolayısı ile daha çok hata yapmama sebep oluyordu.
Son dönemlerde senin varlığın ile birlikte o kadar sakinleştim ki; sanki uzun zamandır beklediğim en iyi arkadaşım yola çıkmışta gelişini bekliyor gibiyim. Normal şartlarda beni çok sinirlendirecek, kaygılandıracak, üzecek ya da mutsuz edecek şeyleri bile o kadar kulak arkası ediyorum ki; sanırsın çocukluğumun o umarsız, kıpır kıpır, heyecanlı, kalp atışları yine heyecandan atan küçük kızı geri gelmiş.
Seninle büyüyecek olmak o kadar anlamlı, o kadar özel ki; her an her saniye seninle birlikte yeni şeyler öğrenmek… Hayatımın en anlamlı, en özel, en güzel senesi bu sene olmalı! Çokça güzel müzik dinledim bu yaşıma kadar ama melodisi hiç bu kadar güzel ritmsel atan kalp atışı duymamıştım. Ruhum daraldıkça kalp atışlarını dinliyorum, inanır mısın bir sakinlik çöküyor üstüme, inanılmaz.
Senin gelişinle çokça şey değişecek hayatımda, varsın değişsin. Bazen soruyorlar bana ‘Uykusuz gecelere hazır mısın?‘ bilmiyorlar ki ben kaç gece uykusuz senin gelişini bekledim. Üzerime yüklenen misyonun anlamını aslında annem ile aramızda geçen minicik bir diyalog ile çok net farkettim. İşten eve dönerken kullandığım yol güzergahımın üzerindeki köpeklerden şikayet ederken annem geçenlerde şöyle dedi; ‘ Ben gelip seni akşamları alayım.’ Anne olmak öncelikle korkusuz olmayı gerektiriyor diye düşündüm o an. Nasıl yani, 40 yaşıma merdiven dayadım ben yahu. İçten içe mutlu oldum tabi. Yani insan birileri için yani anne babası için büyümüyorsa hala çok şanslı olduğunu düşünebilir. Ben her zaman ailem açısından çok şanslı olduğumu düşündüm. Umarım sen de hem bizim minik ailemizde hem de ailemizin diğer bireylerinin olduğu geniş ailemizde çok mutlu olursun.