Eveeeet…
Kilolar verildi. Artık 80 kiloda sağlıklı bir insan olduğumu düşünerek birçok radikal karar almıştım.
Öncelikle evden bütün büyük beden kıyafetler gönderilecekti. Hiç abartmıyorum, evden 40 koli kıyafet ihtiyacı olan diğer obez arkadaşlarıma büyük bir neşe ve derin bir acı ile gönderildi.
Hiç unutmuyorum o günü…
Hepsini tek tek, ağlaya ağlaya son kez deneyerek gönderdiğim büyük beden kıyafetlerim…
Çok sevgili dostlarımın aldığı dore düğmeli yeşil montum, içine zayıfladıktan sonra 2 bacağımı sokabildiğim devasa pantolonlarım, hamile kıyafetlerini andıran rengarenk elbiselerim, oversize kazaklarım, içine 2 koca bedenin girebileceği büyüklükteki t-shirtlerim…
Bir daha o bedene asla gelmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum. (Ama hala vücudum ile ilgili bilmediğim ve ilk duyduğumda beni şoka sokan gerçekler vardı ki iki haftada 11 kilo alınca öğrendim.)
Aralık ayı geliyordu. Bu demek oluyordu ki doğum günüm de geliyordu…
Savaşın sonunda bir kutlamayı hak etmiştik değil mi?
Rüya gibi bir gündü. Mavi payetli mini elbise içinde sarı saçlar ile porselen bebekler gibiydim. Bütün sevdiklerim oradaydı.
Doğum günü pastam; obez bir kadın ve spor aletleri yanında oturan güzel bir kadından oluşuyordu
Şampanyalar patlatıldı, kadehler zafer için kaldırıldı. Hediyeler açıldı, kahkahalar havada uçuşuyordu.
Çocukluğumdan beri kutladığım, hayatımın en güzel ve en zayıf olduğum doğum günü kutlaması idi.
Yeni bir ben, yeni yıla yaklaşırken yeni bedenim ile keyfini çıkarmak dışında birşey düşünmüyordum…
Patron görse benimle gurur duyardı biliyorum.
Mutlu muydu acaba?
Değmiş miydi herşeyi arkasında bırakıp gitmesine?
Hayatında bir evliliği bitirerek, daha kendini toplamadan; o anki ilk aşk heyecanı ile yarım kalan ilişkisini sürdürmekle doğru bir karar vermiş miydi?
Bunların hiçbirini ona soramazdım.
O an için tek yapabileceğim, O’nun mutlu olması için dua etmekti…
Mutlu ol patron… Sırf beni o yola çıkmaya davet ettiğin için bile sana minnettarım.