back to top

Harici Aşk

Yıllarca çocuk sahibi olmak için çabalayan ancak çocuk sahibi olamamalarına rağmen; birbirine olan aşk ile bakan çiflere hayran hayran bakmamak imkansız oluyor benim için. Çevremde çocuklu ailelerde var birbirine o şekilde bakan ama sanki iki aynı yaradan müzdarip insanın birbirini anlaması daha olağan bir hal alıyor sanki…

Kahramanlarımızın kökenlerinin biri Türkiye diğeri Almanya’da yaşayan, maddi durumları iyi iki zengin ailenin çocukları.

Kızımızın ailesi 1960’lı yıllarda çıkan göç yasası ile Almanya’ya yerleşiyor. Büyük bir heves ve umutla Almanya’ya göç eden insanların yaşadığı hayatları, çalışmaktan insanlıktan çıktığı dönemleri, para birimi olan ve bizim çocukluğumuzda kalan ‘Mark’ furyası hikayeleri dinlemeye değer… Aslında biz de bu dönemleri eski ev sahibimizden ve babamın dayısının anlattıklarından az çok hatırlıyorum. 1990’lı yılların sonunda bizim ailelerimizde olduğu gibi oralarda kilo ile meyve sebze alınmazmış mesela. Herkes kendine bir adet alırmış ve çocuklar belli bir yaşa geldikten sonra onlarda bu şekilde hayatlarına devam ederlermiş. Alman usulü demelerinin sebebi sanırım bundan kaynaklanıyor. Bizim eski ev sahibimiz o kadar zengindi ki; kefene cep yaptıramadan öldü. Yıllarca çalışıp kazandığı parayı binalara yatırarak, hakkı olan parayı yiyemeden, çocuklarına bırakarak gitti. Gözünün arkada kaldığından eminim. Çünkü oğlu da parayı çok hayırlı işler için kullanmadı. Para harcamaktan o kadar çok korkuyordu ki; bir gün bana camdan aşağıya ‘Babana söyle kiramı getirsin.’ diye avaz avaz bağırdığını hatırlıyorum. Hayatımızda ilk defa kirada oturuyorduk ve ben o gün bütün Almanlardan nefret etmiştim. Çok güzel anılarım yok yani Alman kültürü ile alakalı olarak. Aklımda tek kalan, takvimler 1995 yılını gösterdiğinde müzik piyasasına fırtına gibi giren Almanya kökenli rap grubu CARTEL!…

Carteeeel bir numara en büyük, cehennemden çıkan çılgın Türk. 25 yaşında yüz binlik araba nerden çıktı bu para en iyisi sorma…

Berlin. Dün akşam ateş saldırısına uğrayan beş Türk, onun içinde üçü çocuk olarak hayatlarını kaybettiler. Böyle giriş yapıyorlardı şarkıya. 1993 yılında gerçekleşen Solingen saldırısından bahsediyordu radyodaki spiker. Türk kökenli ailenin müstakil evinin neonaziler tarafından kundaklanması sonucu aileden beş kişinin yaşamını yitirdiği saldırıdan bahsediyordu. Aynı zamanda anma törenleri ve çıkan olaylar ile ilgili görüntüler de klip boyunca verilmişti.

Almanya’da dönemin olaylarına bir takım tepki, dışa vurumdu belkide. Hatta şöyle bir köşe yazısı vardı. ”1990’larda Neo-Naziler tarafından açıkça hedef gösterilen ve birçok kez öldürülen Türk göçmenler kendi arasında birleşme eğilimi gösteriyorlardı. Bu eğilimin müziğe yansıması Cartel’i doğurdu.” 1990’lı yıllar Türkiye’ de banka mağdurlarının ve yolsuzluğun zirve yaptığı yıllardı ve rap gibi isyankar ve sorgulayıcı müzik türü bu konulara da değinmişti. Hatta Michael Jackson’dan sonra İnönü Stadyumu’nda en çok seyirci toplayan konserini yapan topluluktur.

Dönemin en büyük sorunlarından biri de aslında Türkiye’li göçmen çocuklarının korunma altına alınmasıdır. Son dönemde yapılan bir araştırmaya göre ‘Yıllara göre koruma tedbiri uygulanan çocuk sayısı’ 2013 yılına göre %200 artmıştır. Araştırma özeline baktığımızda çoğu çocuğun üç veya dört kardeş olduğunu ya da toplumsal farklılıklara ayak uyduramadığı için kendi isteği ile koruma altına alınmasını istediğini görebiliyoruz. Mesela bir aile; ‘Eşlerden biri Almanya doğumlu, diğer eş evlilik nedeniyle Almanya’ya göç etmiş. Üç çocukları var. Büyük kızları koruma altına alınmış. Ebeveynler ve çocukları arasındaki giyim tarzı, erkek arkadaşlığı gibi kültürel farklılıklardan dolayı çocuk kendi isteği ile koruma talebinde bulunmuştur.

O döneme baktığımızda insanların göçmen olarak yaşadığı problemler o kadar fazla ki hele ki şu dönemin şartları ile karşılaştırıldığında gerçekten çok zor…

Bu aile Türkiye’de yaşayan uzak akrabalarının oğlu ile kızlarını evlendiriyorlar. Aslında büyük bir de ortaklık söz konusu… Biz millet olarak hiç değişmeyeceğiz sanırım. Para dışarıya çıkmasın, aile genişlesin diye diye öleceğiz. Ama biz planlar yaparken kader gülermiş derler ya durum biraz öyle olmuş. Birbirlerini çok seven gençlerin bir süre çocuğu olmamış. Çok denemişler çocukları olabilsin diye fakat olmamış. Onlarda bir çok yol denemelerine rağmen çocuk sahibi olamadıkları için evlatlık edinmişler. Masmavi gözleri ile dünyana boncuk boncuk gözleri ile bakan güzeller güzeli bir kız çocuğu… MARİA…

Onca kötünün, kötülüğün içinde güneş gibi doğmuştu Maria ailenin üzerine… En güzel okullarda okuyup, en güzel kıyafetleri giyip, her dilediği yerine getirilip prensesler gibi büyütüldü. Akademik kariyerini tamamlayıp Türkiye ziyaretine geldiğinde kalbinin bir köşesini burada bırakacağını hayal bile etmezdi herhalde.

Aşık olmuştu…

Aşık olduğu adam suprizlerle doluydu. Bir keresinde şu notu göndermişti kendisine;

Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.‘ Sabahattin Ali

Annesine, babasına, ailesine gösterdiği sevgiye inanmakta zorlansa da kalbine söz geçiremiyordu. En zor zamanlarında yanında olması, gösterdiği ilgi, sevgi, yaptığı güzellikler her geçen saniye ona daha çok bağlanmasına sebep oluyordu. Öyle ki; Almanya’ya kısa süreli döndüğü zaman 25.000 euroyu sorgusuz sualsiz gönderdi sevdiği adama. Kumar borcu olduğunu çok sonradan öğrenecekti ama çok geç olacaktı. Daha sonra 84.000 euro gönderdi. Aslında bir nevi kendisine yapılan bütün jestlerin, kiralanan uçakların, kalınan suitlerin, boğazda yapılan evlenme teklifinin kendi parası ile onun kalbini fethetmek için yapıldığını çok sonradan öğrenecekti. Kendi parası ile bir nevi tuzağın içine çekilmişti. Adam aynı zamanda ailesinin kendi oturdukları evlerini sattıracak kadar kumar ve alkol parası alıyordu. Sorduklarında ise; Maria’nın borcu olduğunu söyleyerek her geçen gün limitlerini zorluyordu. Limitlerinin tükendiği an evlenme teklifini yaptı Maria’ya, boğazda havai fişekler eşliğinde ismini yazdırdı göklere.Maria’nın gözü o kadar kapanmıştı ki; düştüğü tuzağın farkında değildi.

Evlenip Almanya’ya yerleştiler. Evliliklerinin senesi dolmadan hamile kalmıştı. Mutlu haberi sevdiği adama vermek istediğinde acı gerçek ile yüzleşti. Adam bebeği aldırmasını istiyordu. İnanamıyordu, sevdiği adam ne kadar da değişmiş, bencil, ilgisiz bir adama dönüşmüştü. Şiddet başladı önce sonra aşağılamalar, küçük görmeler…

Daha hamileyken ayrılmak istedi sevdiği adamdan. Adam tehtidler savurdu hem kendisine hem de doğmamış bebeğine…

Bu mümkün müydü?

Nasıl bu kadar kör olabilmişti?

Onu bu denli diğerlerinden ayıran ne vardı?

Neden her defasında aynı yerde dönüp duruyordu?

Ama adam kurnaz. Özürler dileyerek ve bebeği kabul ettiğni söyleyerek bir kez daha inandırdı Maria’yı kendisine. 120.000 euro kredi çektirmişti. Ailesinden gizli, mutlu olabilmek adına tek kalemde verdi kocasına. Alma – verme dengesi çoktan kaybolmuştu bu ilişkinin. Almanya mafyası adamın kumar borcu yüzünden tehtidler savurup Maria’yı rahatsız ediyorlardı. Maria bir kez daha yıkıma uğramıştı. Tek suçu güvenmekti. ‘Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.’ En nihayetinde kocası ve ablasının yazışmalarını okudu. Paranın kokusunu alan adam, yurtdışına çıkabilmek ve buradaki borçlarından kurtulup uluslararası kumar oynamak için evlenmişti onunla. Vatandaşlık alıp daha rahat bir hayat yaşamak için ona sinsice yanaşmıştı. Bu arada çocuğu olmuştu ve ailesinin yanına taşınmıştı. Adam hazmedemiyordu, paranın kaynağı gitmişti ve beş parasız Almanya’da kabarık bir suç dosyası ile yaşayamazdı. Yapacağı birçok şeyi sınır dışı edilme korkusu ile saklıyordu. Tekrar özür diledi Maria’dan ve Türkiye’ye dönmek istediğini söyledi. Buradaki kanunların yetersizliğine o kadar güveniyordu ki karısını öldürse suçlu bulunmayacaktı belki. Denemek için kabul etti Maria. Bir kere daha aşk galip gelmişti. Sınırlar ötesine taşınan aşk bir kere daha galip gelmişti.

Aşk; harici bir sebepten doğan ürpertici bir fikirdir.’ demiş Aşkın Metafiziği kitabında Arthur Schopenhauer…

“Amor est titillatio, concomitante idea causae externae.”

Annesinin pasaportunun kaybolması olayların akışını değiştirmeye başlamıştı. Kendisine ait pasaport doğum için Almanya’ya gidememesi için, annesinin pasaportu da Türkiye’ye gelememesi adına bir şekilde kaybolmuştu. Ama ilahi adalet bu sefer tecelli etmişti ve annesi doğuma gelmişti Maria’nın… Ve yaşanan olaylara artık kayıtsız kalamayacaktı. Ortak bir noktada buluştuklarında adam annesini sözleri ile tahrik ederek çocuğu kaçırmaya yeltendi, annesi hakaretten göz altına alındı. Evet kanunlar o kadar istediği gibi işliyordu ki ettiği küfürlere, yaptığı onca saygısızlığa rağmen kızın annesini göz altına aldılar. Çıktıklarında Maria’nın bir karar vermesi gerekiyordu. Kalbini bıraktığı şehirden tasını, tarağını alarak ait olduğu yere geri dönecekti ya da Türkiye’de kalarak kendisine biçilen hayata razı olacaktı.

Ailesinden aldığı güç ile geri dönüş işlemlerini başlattı. Boşanma davasını açtı ve ülkesine geri döndü.

Giderken düşündüğü tek bir şey vardı…

Ben bunları hal edecek ne yaptım?

Siz olsanız konfor alanınızdan çıkar mıydınız?

Size bu kadar aşık gibi davranan bir insana yine yeni yeniden güvenir miydiniz?

Daha önce nasıl fark etmedi bunu?

Okurken aslında birçok noktada kızıyorsunuz belki ama büyük konuşmamak büyük düşünmemek lazım… Bazen eli kolu dili bağlanıyor insanın…

Hikayeyi ilk dinlediğim de ‘Salak mı o be!’ demiştim kendi kendime… Sonra kendi yaptığım onca şeyi düşündüm ve salak olunmadığını ve bazen insanın sadece görmek istediğini göreceği gerçeğini düşündüm. Çevremizdeki insanlar istedikleri kadar gerçeği gözümüze soksun, görmüyoruz. Yetmiyor bir de kızıyoruz bize gerçeği gösteren insanlara… Böyle ciddi konularda her zaman kendi bildiğimizi okumamamız gerekiyor. Biraz dışarı çıkıp ortalığı kontrol etmekte fayda var, göremediklerimiz için.

Karşımızdakinin ne tür bir profesyonel olduğunu bilmiyoruz çünkü. Öyle insanlar var ki; resmen şeytana pabucunu ters giydirecek türden. Üstüne bir de narsizm eklenince daha çok kitlenirsiniz. Hep bir suçlu hissetme, kabul görmeme duygusu ile baş etmek zorunda hissedersiniz kendinizi.

Eğer analitik değil duygusal zekanız daha fazla çalışıyorsa, parçaları birleştirmekten hoşlanmıyorsanız ya da ayrıntılardan hoşlanmıyorsanız karşınızdaki insanların stratejik kurbanları olursunuz. Hiçbirimiz Sherlock Holmes değiliz tabi ki ama az çok öngörülerimiz var. Kimseye güvenmeyerek de geçiremeyiz ömrümüzü. Ne dedik dünki yazımızda ‘Alma- Verme Dengesi’ bozulduğu an ilişkiler zarar görmeye başlıyor. Kainatın bile dengesi var. Bir balık, suyun içindeki oksijenle yaşarken, sudan çıkınca ölüyor. Hâlbuki havadaki oksijen, sudakinden daha fazla…

Ne mutlu bize ki bunları algılayabilecek, anlayabilecek zekalara sahibiz ve illaki üzerine düşünüyoruz.

Acaba bizim başımıza gelseydi ne yapardık diye?

En güzel örneği İsra suresinde geçen bir ayet bence; “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.”

Senem Acar
Senem Acarhttp://Hayalimdekiben.com/
Yaşadıklarımı Örnek Almak İçin Bir Sebebin Yok. Alma Zaten. Ben Kılavuzun Değilim, Dilediğin Zamana Kadar YOL ARKADAŞINIM!

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgilinizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir