Taşıdığımız yüklerin ne kadar yoğun, ne kadar ağır ve ne kadar acı olduğunu onları üstümüzden attığımızda fark ediyor olmamız ne büyük ironi.
Aslında taşıdığımız yüklerden en tehlikeli boyutta olanı kafamızdaki düşünceler…
Fiziksel olarak taşıdığımız yüklerin yorgunluğunu, stresini, can acısını bir iki gün dinlenerek, uyuyarak, sevdiğimiz aktiviteleri gerçekleștirirerek atsak da üstümüzden, kafamızdaki düşüncelerin ağırlığını o kadar kolay atamıyoruz ne yazık ki… Düşüncelerimizi bir kenara bırakalım da, sonra yine alırız demek gibi bir lüksümüz yok çünkü. Uykuda bile düşüncelerimizin etkisindeyiz.
Size de hiç olmadı mı?
Bir sabah uyanıyorsunuz, dayak yemişten betersiniz. Bütün gece kendinizi kasmaktan uykuda bile dinlenemezsiniz. Sinirleriniz o kadar bozulur ki kendinizi kaybedersiniz. Sonra gelsin ağlama krizleri,yansın sigaralar peşi sıra…
Yıllarca istemediğimiz okullarda okuyarak, sevmediğimiz işleri yaparak, hoşlanmadığımız kişiler ile yüzyüze bakmak zorunda kalarak, biten ilişkileri yürütmeye zorlayarak ne büyük kötülük yapıyoruz kendimize.
Sadece bunlar da değil.
İnsanlara kendimizi anlatmaya çalışarak, vicdan yaparak, kafamızdaki sorulara cevap arayarak, sevmediğimiz insanlarla görüşerek de hergün farkında olmadan kendimize birer yük daha bindiriyoruz düşünerek.
Sonuç…
Kambur bir ruh hali…
Değer mi? diye sorgulamak lazım bazen.
Bazen değil aslında her zaman.
Biz ne zaman sorgulamaya başlıyoruz peki?
Kafamızdaki sesler iç sesimizle kavga etmeye başladığı zaman. Hele bir de araya vicdanımızın sesi girince tadından yenmiyor.
Değdi mi şimdi?
Yaptın tamam, ne geçti eline?
Neden’ler çok mu önemli, sonuç?
Keşke, böyle olmasaydı, herşey daha farklı olabilirdi.
…
Resmen bir kaos hali.
En kötüsü de ne biliyor musunuz?
Biz bu saçma sapan sorulara cevap ararken, hayatımızdaki güzellikleri, yaşanabilecek bütün güzel an’ları kaçırıyoruz.
Düşünsenize bir tarafta sizi düşünmekten kambur eden kişiler, olaylar, durumlar…
Diğer tarafta taşıdığınız yükler altında ezilmemeniz için elinden gelen herșeyin en iyisini yapmaya çalışan, sizin için canını verecek insanlar…
Asıl şimdi sorun kendinize!
Düşünmek için harcadığınız zaman, sarf ettiğiniz efor size ne kazandırdı?
Negatif olaylar sizi ne boyutta etkiledi?
Kilit soru!
Değdi mi?
Kendim adına cevap vereyim.
Değmedi.
Ben ne mi yaptım?
Bıraktım.
Bedenimi, beynimi en önemlisi ruhumu kambur eden herkesi ve herșeyi,
İnsanların ne düşündüğünü umursamayı,
Kendi burnunun dikine gidip, beni dinlemeyen insanlara laf anlatmayı,
Mutsuz olduğum yerde, sırf vicdanımın sesini dinlediğim için verdiğim kalma çabamı…
Bıraktım…
Çünkü;herkesin kendi doğruları varken ve bunlara körü körüne bağlanmışken sizin ne düşündüğünüz, ne söylediğiniz çok da önemli olmuyor.
5 yaşında bir çocuk olan Zeze ne güzel özetlemiş Şeker Portakalı’nda canını acıtan olaylar ile baş edebilmeyi…
“Önemi yok, onu öldüreceğim!”
” Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin? “
” Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck jones’un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil!Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim artık sevmeyerek.
Ve bir gün büsbütün ölecek. “
Bizimde yapmamız gereken budur belkide.
Bizi kambur eden düşünce yükünden unutarak, sevmeyerek, önemsemeyerek kurtulmak!