Hayat akıp geçerken ne çok şeye hasret kaldık. Meğer bundan bir sene öncesine kadar ne kadar da özgürmüşüz. Hem duygusal hem fiziksel hem de ruhen…
Alışkanlıklarımız dahil herşey o kadar hızlı değişti ki son bir yılda; normale dönecek miyiz ya da ne zaman nasıl döneceğiz hiç bilmiyorum.
Herşey bir kenara birbirimizi sevme şeklimiz bile değişti. Ne istediğini bilmeyen, hayattan keyif almayan, mutsuz, duygusuz, ruhsuz insanlar olup çıkıverdik…
Peki hep böyle miydik?
Gerçekten hep böyle miydik?
Hep bu kadar mutsuzduk ama düşünmeye vaktimiz mi yoktu?
Hayatın akışına kendimizi bırakıp, haftada kırk beş saat çalışıp, bütün işlerimizi bir güne sığdırdığımız izin günümüzde daha mı mutluyduk? Ya da haftada bir gün dışarı çıkıp eğlencenin dibine vurup kahkahalar ile şenlendirdiğimiz o günlerde?
Yalnızlık ne zaman en yakın arkadaşımız olup çıkıverdi?
En son ne zaman birine sıkı sıkı sarılmanın verdiği o sonsuz güveni hissedebildik?
Bu zamana kadar yüzleşmekten korkup kaçtığımız olaylar ne zaman hayatımızın baş köşesine oturdu kaldı?
İnsanlar ne zaman bu kadar bencil, duyarsız, birbirine karşı saygısız oluverdi?
Kendimizi bütün bu olumsuzluklardan çıkarmak ve hayatımıza yeni bir yön vermek için ihtiyacımız olan en önemli şey ne?
İnanç…
Azim…
Kararlılık…
Sabır…
İstikrar…
…
Kendimizi sorgulamaya en çok vakit bulduğumuz bu dönemde bile kendimizden bu kadar kaçarken sorunlarımızı nasıl halledeceğiz?
Yoğun günlerimizde kendimizi dinlemeden anlık mutluluklar ile bir şekilde mutlu olmaya şartlayıp keyif alırken; şimdi geniş zaman içinde kendimizi mutsuz edecek onlarca sebep buluyoruz. Bunu yapıp, şikayet etmek yerine belki de durumu olduğu gibi kabul edip pozitif yönde bakmamızı sağlamalıyız.
En büyük sorunumuz bence sahip olduğumuz zamanı geçirebileceğimiz en kötü şekilde geçirmek.
Yeni bir yabancı dil öğrenmek için ihtiyacımız olan herşey elimizin altındayken hevesimiz Kaf Dağı’nın tepesinde sanki…
Birçok çevrimiçi eğitim çok cüzi fiyatlarda sunulurken biz o hakkımızı dizi izlemek için kullanıyoruz ne tuhaf!
Yeni bir film, yeni bir dizi, yeni bir müzik elbette önemli ama ona ayırdığımız vakti kendimizi geliştirmek için kullanmadığımıza benim kızgınlığım…
Okumak için rafa kaldırdığımız onlarca kitap bizi beklerken bir çoğumuz elinde telefon akşama kadar sosyal medyada kim ne yapmış derdindeyiz.
Evimizde kullanmadığımız eşyaları ihtiyacı olanlara verip, daha çok yaşam alanına sahip olurken ‘minimalizm manifestosu’ oluşturmak için neyi bekliyoruz?
‘Karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır.’ demiş Descartes…
Dağınıklık sizi de rahatsız etmiyor mu?
Kıyafet dolabınızdaki giysilerinizden ayrılmak ve bir anda sadeleşmek o kadar dolay değil biliyorum ama sizin belki beş senedir giymediğiniz bir montunuz bir başkasının hayali. Bunu düşünün ve çevrenizdeki giysi kumbaralarını şenlendirin.
Bu yazdıklarını sen yapıyor musun ki bize maval okuyorsun? diyenleri duyar gibiyim.
Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki; ‘Evet birçoğunu yaptım ve yapmaya devam ediyorum.’
Bu süreç hep böyle gitmeyecek, eminim ki herşey yoluna girecek ve biz bu boşa geçirdiğimiz zamanları çok özleyeceğiz.
Bunun için bir an önce hedeflerini belirle, planla ve eyleme geç!
Başarı alın teri ister, emek ister, fedakarlık ister. S. Keth Moorhead’ ın başarı ile ilgili sözünü çok severim ve başarmak istediğim bir şey olduğunda hep aklıma gelir. “Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır.”
Zaman; Değişen alışkanlıklarımızı biraz daha değiştirme ve kendimize ‘kaliteli’ vakit ayırarak yine en çok kendimizi mutlu etme zamanı…
Yaptıklarınızı ve yapacaklarınızın listesini merak ve heyecanla bekliyorum.
Keşke uygulayabilsek…
Her şey bizim elimizde canım dostum… İstemek ve başlamak kazanmanın yarısı hatta tamamıdır.
Elimden geldiğince uygulamaya çalışıyorum. Elinize sağlık.