Hayat akıp giderken öyle bir yoruluruz ki bazen; hayatımızda bir sol omuza ihtiyaç duyarız. Eksik yönlerimizi tamamlayan, aradığımız bir şey olduğunda her an her saniye ulaşabileceğimiz, her yaşadığımız güzel olayı, kötü olayı, muhteşem güzellikleri paylaşabileceğimiz bir sol omuza…
Aslında kendi ayaklarımız üzerinde durmaya o kadar çok alışmışızdır ki; bir yabancının varlığını kabullenmek, onunla hayatı paylaşmak zor gelir bize. Çok güçlü insanların aslında en hassas yanıdır bu. Bu zamana kadar kendi ampulünü bile kendileri değiştirmiştir, kendi alışverişlerini kendileri yapmıştır, en ufak sorunları bile kendileri çözmüştür çünkü…
Sonra bir yabancı gelir ve onun bütün sorumluluklarını elinden alır. O yabancı bunu öyle güzel, öyle kibar, öyle naif bir şekilde yapar ki; kişinin iyiliği karşı tarafta alışkanlıktan öte bağımlılık yapar. Aslında harika giden bir ilişkinin en büyük düşmanıdır bu. ‘Kişiye bağımlılık’
Onunla konuşmadan geçen her an zehir zıkkımdır sanki, yediği içtiğinden tat alamaz. Teninin kokusunu almadan uyuduğu her gece dayanılmaz sancılarla uyanılır. Onsuz bir yere gittiğinde bir çift göz hep telefonda , eller ise kendini telefona uzatmamak için başka işlerle meşguldür.
Kişi, kendini neden birine bağımlı hale getirir?
Özgüvensizlik?
Kaybetme korkusu?
Yalnız kalma korkusu?
Oysa daha birkaç hafta öncesine kadar her şey ne kadar da yolundadır ya da o öyle sanıyordur?
Yazarken ne çok insandan ilham alıyorum bir bilseniz!
Her birini ‘onların haberi olmasa da’ saygı ile selamlayarak yazıma devam edeyim.
Geçenlerde dünya tatlısı biri ile tanıştım. O kadar kibar, o kadar naif, o kadar kırılgandı ki; ‘gerçekten var mı böyle güzel kalpli insanlar?’ diye kendimi sorgularken buldum.
Özetle; çok zor süreçlerden geçtiği bir dönemde biri ile tanışıyor ve yaklaşık dört yıldır beraberler. Son dönemde ise; karşı taraf görüşme aralıklarını uzatarak, kişiyi kırmamaya çalışarak ilişkiyi bitirmeye çalışıyor. Bu da yeni çıktı; ‘kırmamaya çalışarak’…
Peki bu durumda daha çok üzülen taraf hangisi?
Siz hangi tarafta olmak istemezsiniz?
Hangisi daha doğru?
Kangren olmuş bir ilişkiyi sürdürmek mi yoksa acı çeke çeke devam ettirmek mi?
İşkence çekerek mi ölmek istersiniz yoksa idam edilerek tek seferde kurtulmak mı?
Kafamdaki sorular alıp başını giderken bir yerinden yakaladım korkmayın😊
Bir insan bunu kendine neden yapar gerçekten anlam veremiyorum. Bir zamanlar aynı anda birçok olay ile başa çıkmışken, çıkabilmişken şimdi birinin yokluğunu kabullenememeyi kendi içimde bir yere koyamıyorum. Ben mi fazla rahat bakıyorum olaya? Biri sizi istemiyorsa istemiyordur. Onun için ne yağmurda beklemenin anlamı vardır ne de onu görmek için kilometrelerce yol gitmenin…
Aslında ilişkiyi bitirmek isteyen kişi içinde çok zor bir durum olduğunun farkındayım ama bunun yolu bu değildir. Bir zamanlar yakın olduğumuz birinin de dediği gibİ; ‘hikaye öyle değil aslında, bir de bu açıdan bakalım…’
Birine gerçekten değer veriyorsan ve üzülmesini istemiyorsan; nedenini açıklarsın, hayatından çıkar gidersin. Ne yaptığı, nasıl olduğu, neye ihtiyacı olduğu seni o andan itibaren zerre ilgilendirmez. Senin bırakmadığın her an o kişi için senden kopmak daha da sancılı hale gelir. Bir var olup bir yok olman kişiyi sana daha da bağımlı hale getirir. Çünkü ilişki belirsizliklerle doludur. Sen de bu belirsizliklere her aradığında her mesaj çektiğinde bir yenisini daha eklersin. Kendi vicdanını rahatlatmak adına bir başkasının hayatını her gün sorgulayarak ona hayatı varmışsın gibi yaşatamazsın.
O nedenle karşımızdaki insanın varlığını sorgulamak için kendimize sormamız gerekmektedir;
‘Onsuz bir hayata hazır mıyım ve sadece kendi ellerimden tutarak bu yolda korkmadan yalnız başına yürümeye var mıyım yokmuyum?’
Ne kaybederim?
Çok güzel söylemiş Şems-i Tebrizi; Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
Ben bu yazıyı 2022 Ocak ayında yazmışım ve paylaşmadan öyle kalmış. Hali hazırda bilgisayarım ne var ne yok diye bilgisayarımı karıştıtırken yarım kaldığını fark ettim. Malum son zamanlarda beni en çok iyileştiren ve dinlendiren okumak, yazı yazmak, bir nebze olsun sorgulamayı bırakıp hayatı akışına bırakmak… Benim de işin içinden çıkamadığım, insanları anlamaya çalışırken kendimi anlamayı bıraktığım, onlara merhem olayım derken kendi yaralarımı kanattığım, kendime zulüm olduğum zamanlar…
Şimdi o güzel insan ile tanışmamızın ikinci yılına başlarken yas döneminin çok uzun sürdüğünü belirtmek isterim. Bu bir yıl içerisinde kendinden çokca şey feda etti. Durmadan, dinlemeden, dinlenmeden, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan… Suratına kapanan her kapı, her telefon sonrası daha da inat etti içeriye girebilmek için. Çokca git – gelleri oldu bunca zaman içerisinde. Şimdi bile sorsam o kişiyi unutup asla başka bir ilişki içinde bulamıyor kendini. Çok da haklı aslında. İnsan hayatı, sevgiyi, eğlenceyi paylaştığı oyun arkadaşını, zor zamanları beraber atlattığı yol arkadaşının yokluğunu kolay kolay atlatamıyor. Eminim o da sorguluyordur kendi içinde;
‘Ben bunu hak edecek ne yaptım?’
Ben sana söyleyeyim mi ne yaptın?
Sevdin…
Hem de çok sevdin…
Kendinden daha çok O’nu sevdin…
Onu bir çocuk gibi ilgiye boğarak şımarttın. Sonunda da kendinden, kendi işinden, kendi sağlığından , kendi düşüncelerinden başka kimseyi düşünmeyen bencil bir insana döndürdün.
Önceliklerini değiştirdin ve seninle ilgili duyduğum ‘zor insan’ karakterinden çıkarak ulaşılabilir oldun. Sana değer vermeye gerek duymayarak daha çok efor harcayabileceği, kendini kanıtlayabileceği başka bir kadına gitti… (Bunu ona hiçbir zaman söylemedim, söylemekte istemedim. Acaba arkadaşı olarak söylemek, durumu kabullenmesi açısından daha doğru olur muydu hala düşünürüm.) Bunun kadın ya da erkek olmak ile ilgisi yok aslında. İnsanlar ellerinin altında olanı görmezsen gelerek, varlığını inkar ederek, alıştığı düzenden kaçmak için ilk fırsatta kendilerini kanıtlayabilecekleri insanlara ya da durumlara koşarlar. Bu kimi zaman bir başka kadın, kimi zaman iş, kimi zamansa başka alışkanlıklar olur. Çünkü kendini başarlı hissetmeye, doyuma, tatmin olmaya ihtiyacı vardır Eroğlu’nun. Sen yetmezsin bir yerden sonra. Emindir senden, sevginden, karakterinden… O kadar emindir ki; yaptığı her hatadan sonra bile onu arayacaksındır. Ona göre sen; zayıf, kaprisli, aşırı iyi niyetli, duygusal, ilgi arsızı, bir bumeragn gibi attığı her an geri dönebilen bir zavallsındır. Ancak ‘Bumerang Etkisi’ çokca kişi tarafından bilinmez. Aslında; hedefine ulaşamayan girişim ya da (adabına uygun atılmadığında) mesajın geri gelerek mesaj vereni vurması demektir. Siz ister buna ‘Bumerang Etkisi’ ister ‘Karma’ diyin.
Hayat da“bumerang” gibidir. Yaptığınız, söylediğiniz her şey dönüp dolaşıp yine size gelir. O yüzden, şu anda söylediğiniz ve yaptığınız şeylere dikkat edin. Çünkü onlar, geri size dönmek üzere yola çıktılar bile.(alıntı)
Oysa insan sevildiğini, istendiğini, mutlu olduğunu, mutlu ettiğini hissettiği/hissettirdiği zaman başka kime ya da neye ihtiyaç duyardı ki?
Yanında olup kafası milyon olduktan ya da haftada bir gün o da senin zorun ile görüştükten sonra ilişkinin ne anlamı vardı?
Daha önce seninle görüşmek için sebepler bulurken şimdi görüşmemek için bahaneler bulmasını, seni kocaman dünyada yalnız bırakmasını, hasta olduğunda yanında olmamasını kendi iş yoğunluğuna vererek, tepkini dile getirdiğinde seni suçluyorsa kendine nasıl yer bulabilirsin o ilişkide?
Konuşamadıktan sonra, birbirinin yarasını sarmadıktan sonra, birlikte ağlayıp gülemedikten ve her defasında ilk adımı sen attıktan sonra böyle bir ilişki de artık hangi sıfatta oluyorsun?
Anlamını kaybetmiş cümleler gibi bu zamana kadar yaşadığın bütün güzelliklerin üstüne kocaman kapkara bir bulut düşüyor ve güneşli günlerde bile kemiklerin sızlıyor sonrasında.
Merak etme canım arkadaşım, bu da geçecek…
Yine eskisi gibi, dalgaları izlerken bir sigara yakacaksın ve başlayacaksın anlatmaya.
En sevdiğin müzikleri dinlerken aklına o gelmeyecek. Gelirse bile bu sefer gözyaşları ile değil tebessüm ile anacaksın adını.
O son kadehi kaldırıp tokuşturduktan sonra kadehi vuracaksın masaya, masada olmayanlar için. Her zamanki gibi sana yakışan şekilde iyi niyet kelimeleri dökülecek dudaklarından…
-O’na…
Hiçbirimiz ile göz göze gelmemeye çalışacaksın ama biz bileceğiz. Sen hala nerde yanlış yaptığını sorguluyor olacaksın.
Hayatımızın belli dönemlerinde, belli zamanlarında farklı insanlarla aynı kaderleri yaşıyor gibiyiz. Yunan Mitilojisi’nde Kronos, Roma’da Saturn olarak ifade edilir. Yani demek oluyor ki; Kronos, zamanı kontrol eder, saturn de öğretici bilgedir. Yani yine gökyüzünde bir yerlerde bir hareketlilik söz konusu ki; öğrenemediğimiz şeyleri öğrenmemiz için yine yeni yeniden karşımıza çıkıyor bir şekilde. Biz öğrenene kadar da çıkmaya devam edecek. Kafamıza vura vura, ağlata zırlata öğretmeye devam edecek.
Siz buna istediğinizi diyebilirsiniz.Karma olur, tesadüf olur… Ben derin yaralar taşıyan insanların ilk görüşte birbirlerini tanımaları diyorum.