İnsanlar, uzun ilişkiler yaşayıp ayrıldıktan sonra ya da uzunca bir boşanma süreci yaşadıktan sonra gerçekten tuhaf bir hale geliyor.
Bunun için o insanlara kızabilir miyiz peki?
Tabi ki kızamayız.
‘Sevip sevilmekten, sorumluluk sahibi olmaktan, hayal kurmaktan vazgeçecek kadar ne yaşamış olabilirler ki!’ diye düşünebilirsiniz ama inanın durum o kadar basit değil.
Ne istediğini bilmeyen insanlar sizi bazı olaylardan sonra öyle bir yere getirir ki; kendinize kızmayı bırakıp karşınızdaki insanı teselli etmeye başlarsınız. Kimilerine göre saflık, kimilerine göre delilik, kimilerine göre ise aptallıktır bu.
Ben ne safım, ne deli ne de aptal!
Hatta akli melekelerimin gayet iyi durumda olduğunu söyleyebilirim.
Şimdilik…
Sevgisiz büyüyen insanların sorunlarının neden kaynaklanabileceğini, karşısındaki insana nasıl ızdırap olabileceğini o kadar net bir şekilde görebiliyorum ki bazen kendime bile şaşırıyorum. Bunun için üstün güçlere sahip olmanıza gerek yok. Biraz psikoloji, biraz kişisel gelişim kitapları okuyup biraz da insanların otobiyografik filmlerini izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız aslında.
Şöyle düşünün…
Annenizi ya da babanızı çok küçük yaşta kaybettiniz ve onun eksikliği ile büyürken bir de üvey anne baba faktörü devreye girdi. Siz, sizi hiç bırakmayacağını düşündüğünüz ebeveyninizin birden ikinci tercihi oldunuz. Bu sizin küçük aklınızın bencil düşünceleri tabi. Size göre; hayatınızın sonuna kadar beraber olacaksınızdır o yaşlarda ve aranıza bir yabancı asla giremeyecektir.
Evlenmeyi tercih eden insanlar olduğu gibi, çocuklarına tek başına bakmaya karar veren insanlar da olmakla beraber iki kararında iyi ya da kötü yanlarını değerlendirmek lazım. Şanslıysanız eğer üvey anne babanız ile gerçek bir bağ kurabilirsiniz. Değilseniz hayatınızın en kötü süreçlerini yaşayabilirsiniz.
Evlilik olmaması durumunda ise anne babanızla tek başınıza büyürsünüz ve bütün kararlarınızı ona göre almak durumunda kalırsınız.
Hadi şimdi dürüstce cevap verin kendinize.
Sizin küçük yaşta yaptığınız bencillik nedeni ile evlenmeyi aklından bile geçirmeyen, sizi ne karar iyi olursa olsun üvey anne babaya muhtaç etmeyen, yaşıtlarına göre daha çok özveride bulunan, daha çok çalışan anne babanızı yurtdışına okumaya giderken ya da evlenirken terk etmiş olmuyor musunuz?
Diyelim ki anne babanızın bütün ihtiyaçlarını karşıladınız. Mutlu evlilik hayalleri ile evlendiniz ve çocuğunuz oldu. Sizin ebeveyninize duyduğunuz bağımlılığı eşiniz nasıl karşılayacak?
Peki ya anne ya da babanız?
Size o kadar bağımlı olmuştur ki yıllar içinde, bencillik sırası ondadır. Sizi ne kadar sevse de vicdan yapmanıza sebep olacak ve sizi bir şekilde mutsuz edecektir. Oysa ona sorsanız sizi çok seviyordur.
Hayır sevgi bu değil!
Sevgi, birine ya o ya ben seçeneğini sunmak değil, birlikte birlik olmaktır.
Sevgi, verilen çabayı ya da gösterilen özveriyi göze sokmak değil, karşındakine hissettiremeden yapılan iyiliklerdir.
Sevgi, karşılık beklemeden verilen emektir.
Sevgi bizi kurtaracak en büyük silahtır.
Bu kadar karışıklık azmış gibi hayatınızda siz nasıl bir anne baba olacaksınız hiç düşündünüz mü?
Önünüzde bir anne baba modeli, gözlemleyebileceğiniz bir evlilik hayatı yokken siz nasıl anne baba olacaksınız?
Bir tarafınız hep yarım kalmışken şimdi bir başka çocuğun bir tarafı sizin sevgisiz büyümeniz nedeni ile yarım kalmayacak mı?
Bunun tersi de şudur; çocuk ya sizin yoğun ilginizden şımarık, kendini beğenmiş, ukala, bencil bir birey olacak ya da sizin ona göstermeyi bilemediğiniz ilgi nedeni ile ilgiyi başka insanlarda, başka şehirlerde, başka kalplerde arayacak. En kötüsü de hayal kurmasını kolaylaştıracak kimyasallara bulaşacak belki de…
O denge o kadar hassastır ki ayarını kaçırdığınız anda bir çocuğu, bir genci, bir yetişkini hayattan koparırsınız.
Sizi seven, değer veren insanlar çıktığı zaman karşınıza ‘Ama ben böyleyim!’ diyip köşenize çekilirseniz bu sevgisizlik sizi oturduğunuz yerde yer bitirir.
Bizi sevgi kurtaracak!
İnsanları, doğayı, hayvanları, taşı, toprağı, denizi, havayı, küçücük bir çiçeği bile sevgi kurtaracak.
Hiçbir şey bilmiyor olabilirsiniz ama en azından sevmeyi öğrenin. Yormadan, kırmadan, hırpalamadan, acıtmadan sevmeyi…
Hani bazen anlamlandıramadığınız ya da adlandıramadığınız şeyler olur ya hayatınızda işte bunların hepsi sevgisizlik sonucu oluşuyor.
Bir bakın etrafınıza ne kadar çok sevgisiz, ilgisiz, duyarsız büyüyen çocuk var ve bu sevgisiz büyüyen çocukların çocuklarına bakın. Öyle kolay tanırsınız ki onları… Hal ve hareketlerinden o kadar çok belli eder ki kendilerini hemen fark edersiniz.
Ya bipolar olup duygu değişimlerini kontrol edemez ya da panik atak olup sürekli kaygı ile hayatına devam etmek zorunda kalır taa derinlerde yaşadıkları yüzünden…
Hakkımız var mı birine bunları yaşatmaya?
Geçenlerde evde camdan dışarı bakarken beş altı yaşlarında bir kaç çocuğun boş arsada kedilerin kafasına taş attıklarını gördüm. Camdan seslendim;
Ne yapıyorsunuz siz!
Kedileri seviyoruz.
Ben görüyorum nasıl sevdiğinizi, atmayın kedilere taş!
Ellerindeki sopa ve taşları bırakıp gittiler.
Herşey çocuklukta başlar.
Eğitim, terbiye, vicdan, saygı ve en önemlisi sevgi…
Siz sanıyor musunuz bu çocukların aileleri birgün onlara bir kuş nasıl sevilir ya da bir çiçek nasıl koklanır öğretmiş olsun.
Ben hiç sanmıyorum. Öyle olsa hastalıkların, sapkınlıkların kol gezdiği bir dönemde o çocukları oynamaları için kapı dışarı etmezler.
Sahip çıkın…
Kendinize, ailenize, sahip olduklarınıza, çocuğunuza ve en önemlisi kendi çocukluğunuza. Çünkü en çok yaralanmış, örselenmiş ruhlarımızın ihtiyacı var sahip çıkılmaya, sevilmeye…
Ne güzel demiş Goethe; Herşey Sevgi ile Başlar…
Sevgi ile kalın…