Gönlüm, kalbim, yüreğim…
Dedem rahmetli olalı yaklaşık iki sene oldu, mevlüdü vardı bugün. Ne çok özledim seni güzel adam… Artık rüyalarıma da girmiyorsun, o yüzden sana kırgınım biraz. Sen benimle bu kadar uzun süre konuşmadan durmazdın.
Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum, benim adımı dedem vermiş. Aslında Sinem olmasını istemiş, kalbinin attığı yerde hissetmiş olsa gerek… Ama nüfus memuru yanlışlıkla Senem yazmış. Senem’in anlamı da ‘çok güzel kadın’ demekmiş. O kadar güzel bir bebekmişim ki değiştirmek için uğraşmamış bizimkiler.
Dedem…
Bana veda etmeye geldiğin (rüyama) geceki halin gözümün önünden gitmiyor. Seni son canlı gördüğüm halinden eser yoktu. Seni en son gördüğümde bana kim olduğumu sormuştun, bende sana torunun olduğumu söylemiştim. Biraz utanıp, biraz da çekinmiştin. Ama utanması gereken son insan sendin. Seni özlediğimde en çok o son anı, rüyamı gözlerimin önüne getiriyorum ve biraz olsun huzur bulduğun için ben de huzur buluyorum. 40’lı yaşlarındaydın o masmavi denizin üstündeki kayıkta… Artık gitme vaktinin geldiğini, iyi olduğunu ve vedalaşmaya geldiğini söyleyip el sallayarak uzaklaşmıştın. Ne güzel bir manzaraydı o öyle… Bu zamana kadar hiç bu kadar güzel bir deniz ve orman görmemiştim. Cennet böyle bir yer mi dede?
Sen varken yaşadığımız güzel anıları tahayyül ediyorum… Elimden tutup Karaköy’deki balık pazarından aldığımız kocaman palamut balığının kokusu hala burnumda. Bu arada ben balığı hiç sevmem biliyor musun? Balığı hiç sevmememe rağmen seninle ayrı bir güzel olurdu be dedem! Halka halka doğrattığın balıkların yanına dilimlenmiş soğan, limon,domates ve defne yaprağı. Ne de güzel yapardın. Sizde kaldığımız zamanlarda bana okumayı öğrettiğin dualar, anlattığın hikayeler, alnına yaptığım masajdan sonra elimi öpmen ve o güzel kalbinle kimse hakkında hiçbir zaman kötü konuşmaman… Fatih’te bana bayramlık aldığın o gün elimi hiç bırakmamıştın. ‘Güzel torunum ne istiyorsa denesin.’ demiştin. Kırmızı siyah oduncu bir gömlekle siyah bir kot pantolon almıştın bana. Ben o günden beri dolabımdan kırmızı siyah gömleği hiç eksik etmedim. Seninle yaşadığım çocukluk anılarım o kadar çok ki hangi birini anlatsam bilemiyorum. Beni her zaman ayrı bir sevdiğini hissederdim ben, sadece benimle vedalaşmaya geldiğin gece bunu daha da net anladım.
Bugün sen vefat ettikten sonra ilk defa evinize gittim. Ne yalan söyleyeyim hiç gidesim yoktu ama senin için gittim. En sevdiklerinden ve benim de en sevdiğim kitabın bende. Emanetine gözüm gibi bakıyorum. Çocukluğumdan beri hep benim olmasını isterdim, bana kalan tek ve en güzel mirasın o kitap… İçinde çok eski tarihlerden kalma bir elektrik faturası ve senin el yazın ile alınmış notlar var. En çok ilgi duyduğum konuların içinde barınması beni ayrı bir cezbediyor. Yatağın boş, ev boş, ev kimsesiz, ev buz gibiydi dede. Üşüdüm, buz gibi oldum. Banyoya girdiğimde traş olduğun zamanlar gözümün önüne geldi. Sarı bi sakal fırçan vardı bir de yeşil bir tas. Küçük aynanın karşısına geçer traş olurdun.Her zaman çok temizdin ve ben seni hep öyle hatırlayacağım. Seni son gördüğüm gibi hatırlarsam bir çok insan ile konuşmamam gerekiyor çünkü. Okuma yaptığın odanın önünden geçemedim, bakamadım. Senin orada olmadığını bilmek kalbimi paramparça etti, iki saati sensiz o evde çok zor geçirdim dede…
Köye geldiğimiz zamanlarda birlikte ne eğlenirdik. Kıvırcık tohumunu benim ekmeme izin vermiştin, bende bütün tohumu tek bir yere dökmüştüm. Kocaman bir kıvırcık ağacı çıkmıştı resmen 🙂 ‘Karışmayın benim güzelime’ demiştin.
Ben; beni sevdiğin, öğrettiklerin, kalbini bana açtığın için ve bana ismimi verdiğin için sana kocaman bir minnet borçluyum. Hiçbir zaman müstağni bir insan olmadın. İnsana, ağaca, hayvana en önemlisi dünyaya karşı… Bize aşıladığın sevgi,saygı, ilgi ile bu yaşa geldik. Ne mutlu ki bize vicdanın ne demek olduğunu önce anne babamdan sonra da senden, öğrettiklerinden öğrendim. Küçücük bir bostanı bile kocaman bir tarlaya çeviren senin ilgin,sevgin ve sabrındı. Fasulyelerine dadanan çekirgeleri bile bahçeden gitmeleri için ikna etmeye çalışırdun 🙂 İlaç da yapabilirdin ama onların doğaya ve ekolojik siteme faydası olduğunu düşünürdün.:)
‘Ağaç yaprağı ile gürler.’ derdin yetmiş senelik dut ağacının altında. O zamanlar küçüktüm ve bunu rüzgar estikçe ağaçların uğultusu olarak düşünürdüm. Şimdi anlıyorum ki; Bir ağacı gösteren dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleriymiş. Varlığını bunlarla gösterirken dallarını kırarsan, gövdesini kesersen sadece kütük olarak kalırmış.İnsan da böyleymiş. Ailesi, çocukları, dostları, arkadaşları ile birlikte bütün oluşturur, tek başına mutlu olamazmış. Eğer insanın ailesi, arkadaşları, çevresi mutluysa o kişi de mutlu, eğer mutsuzsa o da mutsuz olurmuş Ne güzel söylemiş Hz. Ömer; “Yükselirken kırarak çıkarsan dalları, inerken tutunacak dal bulamazsın. Ey can kimseyi kırma, sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz”. Onun için çok düşün az konuş ağızdan çıkan söz geri alınmaz. Iyiliğe niyet edin. Sıkıntıya sabredin. Aza kanaat edin. Hatanızı kabul edin. Varken tasarruf edin, olmayınca kimseye minnet etmemiş olursunuz. Nefsinizle inat edin… Ama ALLAH’tan başka kimseye kulluk etmeyin.
İnsanlar hiç senin okuduğun kitaplardaki ya da anlattığın gibi değil be dedem… Sürekli alttan alanın sen olmanı, ince davranmanı, senin onları aramanı, hatalarını affetmeni ve hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeni istiyorlar. Bütün ağırlığı senin üstüne atınca daha mı rahat ediyor vicdanları sence? Kimse bunları yapmaya çalışmadığı gibi yanaşmaya tenezzül bile etmiyorlar. İnsanlara istediğini verdikçe daha da fazlasını istiyorlar, hep daha fazlasını! Sen olsan böyle olmazdı be dedem! Gayri samimi bir günden özlem dolu bir mektup yazdım sana, en kısa zamanda rüyalarıma gel olur mu? Özledim seni…
İki ayaklı oyuncuları maskeli balo şeytanlarını insan zannetmemeyi öğrendiğimizde….alemin şeytanlar alemi olduğu unutmadan insanca yaşadığımızda….dedeni mutlu eder…huzur ve mutlu yaşarsın sinem….