Ne zaman kendimi kocaman bir stres havuzunun içinde boğulacak gibi hissetsem, büyük abimin şu sözleri gelir aklıma; ‘Bütün hastalıkların başı stres güzel kardeşim, hiçbir şey için canını sıkma. Sen benim için her şeyden değerlisin ve hiçbir şey senin sağlığından daha önemli değil.’
Çocukluğum; kendi haline bakmayan insanların aşağılamaları, küçümseyen bakışları, değersiz hissettirmeleri, sözle fiziksel yanlarıma tacizleri ve bunun gibi bir çok saçmalık ile mücadele etmek zorunda kalarak geçti. Bir süre sonra herkese kaşlarımı çatıp sert bakarak, tersleyerek, dinlemeyerek, önemsemeyerek, güçlü durarak ve kimseye zayıf yanlarımı göstermeyerek bir tür savunma mekanizması geliştirmiştim kendimce. Kimse zayıf yanlarımı görmezse beni üzemezmiş gibi gelirdi. Sonra baktım ki insanlar bana bir şey söylemeye korkar olmuştu. O kadar yüksek duvarlarım vardı ki, insanların o duvarları aşıp bana ulaşması için beni gerçekten tanımaları gerekiyordu. O zaman anlıyorlardı, kocaman cüssemin altında aslında ne kadar kırılgan, saf, naif biri olduğumu ve küçüçük kalbime kocaman mutluluklar sığdırabildiğimi…
Ben ne zaman ki beni koruyan o duvarlarımı yıkmaya karar verdim, ne zaman ki insanlara güvenmek istedim işte o zaman bünye olarak çökmeye başladım. Önce dişlerimi sıkıp aylarca diş, boyun, kulak ve yüz ağrısı çektim. Doktora ilk gittiğimde kendime konduramadım. ‘Nasıl böyle bir şey olabilirdi?’ Benim gibi güçlü bir insan, dişlerini sıkmak gibi zayıf bir hareketi yapamazdı, yapmamalıydı. Stres vücudumu ilk defa o zaman ele geçirmişti ya da ben ilk defa o kadar yoğun hissetmiştim.
Şimdi ise hayatımda ikinci defa yaşadığım stres yüzünden ‘spastisite’ yani halk dilinde ‘kasılmalı felç’ ile karşı karşıyayım. Ense kökünden başlayıp, boyundan aşağı kadar inen, köprücük kemiği ile sırt kemiğinde ağrı yapıp, insana nefes aldırmayan,baş ağrısından gözlerinin yerinden çıkacağı hissiyatı oluşturan, insanı öldürmeyen ama süründüren bir ağrı… Ortopedi ve travmatoloji, nöroloji, mr çekimi, emg çekimi, uykusuz ve acı içinde kıvranarak acillerde geçen bir haftadan sonra konan teşhis ‘kasılmalı felç’.
Yunanca spasticus (çekmek) kelimesinden türetilen spastisite, adalelerin aşırı derecede kasılması, sertleşmesi ve istem dışı spazmların oluşmasıdır. Spastisitenin, hafif sertlikten aşırı kontrol edilemeyen kasılmalara kadar uzanan geniş bir aralığı vardır.
-Nedeni neymiş? diye sormanıza gerek yok sanırım ama yine de söyleyeyim.
Stres…
Hepimiz günlük hayatın içinde özellikle çalıştığımız yerlerde olağanca stres yaşıyoruz. İnsani olarak yaşadığımız her kötü olay bizde fark ettirmeden travmaya sebep oluyor. Gece uyumadan ya da boş kaldığımız her an sorunu tekrar tekrar içimizde yaşıyor, kendi kendimize konuşmaya başlıyoruz. Eğer bir kişi ile sorun yaşıyorsak sabaha kadar o kişi ile tartışıyoruz. Oysa sizin ne yaşadığınızı bilmeyen o kişi ya da kişiler, mışıl mışıl uyuyorlar ya da keyiflerine keyif katıyorlar. Anlatmak istiyorsunuz fakat dinlemiyorlar. Bir nevi mobbing uygulanıyor ve yapan kişiler bunu yaptığının farkında bile değiller. İşin kötüsü ne biliyor musunuz? Bunu bile söyleyemiyorsunuz, çünkü dinlemiyorlar.
Albert Einstein’ın çok sevdiğim bir sözü vardır; ‘Stresin en büyük sebebi, günlük yaşamınızda anlayışsız insanlarla yaptığınız tartışmalardır.’
Ne kadar da haklı… Sokakta görseniz tavrına, üslubuna selam vermeyeceğiniz insanlar ile karşı karşıya kalıyorsunuz ve dönüp arkanızı gidemiyorsunuz.
Sorunları çözemediğiniz her an vücudunuzda kaslar şiddetli bir şekilde kasılı halde kalıyor. Ve siz çektiğiniz acılara daha da yenilerini ekliyorsunuz. İçtiğiniz beş altı tane ağrı kesici ya da kas gevşeticiler sizi sadece altı yedi saat idare ediyor ve etkisi geçtiği an tekrar tekrar başlıyor. Ne uyku uyuyabiliyorsunuz, ne yemek yiyebiliyorsunuz. Anlayacağınız gündelik işlerinizin hiçbirini yapmanıza izin vermiyor kasılmalar.
Sonra kendinize şu soruyu soruyorsunuz;
Değdi mi?
Gerçekten değiyor mu?
Kendimizi düşünce yolu ile bu kadar hırpalayıp, kendi kendimizi dövmenin, kendimize zarar vermenin kime ne faydası var?
BIRAKIN!
Sizi üzen, size zaman ayırmayan, önemsemeyen, dinlemeyen, ‘konuşmasam daha iyi olurmuş!’ dedirten insanları,
Sizi yıpratan ilişkileri,
Sizin siz olmanıza izin vermeyen yapıları,
Güçlü olmanıza izin vermeyen yanlarınızı,
Kendinize kızmayı, yıpratmayı, hırpalamayı,
Anlayamayacağından emin olduğunuz kişilere kendinizi anlatmayı,
Birilerine kendinizi inandırmaya çalışmayı,
Sırf insanlar mutlu olsun ya da sizi iyi bilsin diye yaptığınız gereksiz fedakarlıkları,
Canınızı çıkaracak kadar çalışmayı,
İnsanlara koşulsuz şartsız güvenmeyi,
Yaşadığı hayatı bilmeden hatta en ufak fikriniz bile olmadan, insanların acılarını sorgulamayı, yargılamayı, ön yargılarınızı,
Olumsuz düşünceleri ve sizi oraya sürükleyen olaylar silsilesini,
Size faydası olmayan alışkanlıklarınızı, takıntılarınızı BIRAKIN!
SARILIN!
Kendinize sarılın! Allah’tan başka kimsenin vicdanına, insafına ya da merhametine ihtiyacınız yok, sarıp sarmalayın kendinizi!
İNANIN!
Size ya da başaracaklarınıza kimse inanmasa da siz kendinize inanın!
GÜVENİN!
Kimse güvenmese de size, siz önce kendinize güvenin!
DUA EDİN!
Hiç kimse duymasa bile sizi duyacak biri var. Zor zamanlarda yanınızda kimse olmasa da O var. Emin olun yalnız değilsiniz!
NOT ALIN!
İyi ya da kötü yaşadığınız olayları not alın. İçinizi döktükten sonra ya yırtıp atın ya da beş altı ay sonra açıp okuyun. Eskiden yırtıp atmak beni rahatlatırken şimdi açıp bakmak beni keyiflendiriyor. Bakalım siz nelere güleceksiniz ya da şükredeceksiniz?
SAHİP ÇIKIN!
Sevdiklerinize, ailenize, işinize, dostlarınıza, sizi siz yapan değerlerinize!
SEVİN!
Çocukları, çiçekleri, kelebekleri, kitapları, dolunayı, yıldızları, güneşi, ayı… Ama her zaman söylediğim gibi her şeyden önce kendinizi!
SAYGI DUYUN!
Çocuğa, kadına, insana, hayvana, işçiye, manava, kasaba…
DİNLEYİN!
Karşınızdaki bir çocuk bile olsa onu dikkatle dinleyin. Bazen sadece anlaşılmak isteriz.
GÜLÜMSEYİN!
Başınıza ne gelmiş olursa olsun gülümseyin. Kimsenin sizi mutsuz görmesine gerek yok. Siz bilmesenizde mutsuz olduğunuza sevinecek olan en az beş kişi var çevrenizde.
HAYAL KURUN!
Her hayal bir gün gerçek olur. İyi ya da kötü. Siz yeter ki gerçekleşmesini isteyip, emek verin!
DİLEYİN!
Hepimizin en az bir dileği vardır ya gerçekleşmesini istediği. Dilerken bile en hayırlısını dileyin.
ÖZGÜR BIRAKIN!
Gitmek isteyenleri, kafanızı kurcalayan ve sizi hasta eden hastalıklı düşüncelerinizi…
TEŞEKKÜR EDİN!
Sizi siz yapan herkese, gelenlere, gidenlere, kalanlara, kalmak isteyip gitmek zorunda olanlara, acılarınıza, sahip olduklarınıza…
Geçenlerde Edirnekapı’da bir arkadaşımı beklerken Şehit Mezarlığı’na uğradım. Toprağın altında gencecik nice canlar yatarken, ölümün olduğu bir dünyada ne kadar boş şeyleri dert ediyoruz diye düşündüm.
Ve benim en büyük teşekkürüm onlara…
İnsanlığın refah ve huzur içinde yaşamaları için canlarını veren şehitlerimize ve beni olumsuz bütün düşüncelerden arındıran ruhlarına dua ile…
Çok ama çok güzel okudukça okuyasım geliyor❤️
Beğenmene çok sevindim, teşekkür ederim ✨
Yazının yarılarından sonra, bir öneri de ben bırakacaktım ama siz benim söyleyeceğimi de söylemişsiniz zaten:
“DUA EDİN!”
“Hiç kimse duymasa bile sizi duyacak biri var. Zor zamanlarda yanınızda kimse olmasa da O var. Emin olun yalnız değilsiniz!”
Sadece bu satırların altını çizmek için bu yorumu yazıyorum ve altını çizerken şunları söylemek istiyorum:
Bizi Yaratan, dünyaya bizi gönderdiğinde rehbersiz bırakmadı. Her dönem herkes için vardı, ve bizim dönemin rehberi de Kur’an-ı Kerim. Kur’an-ı Kerim Arapça indirildi, ama bizler Türkçe konuşan insanlarız. Arapça kim konuşsa anlamayız, buna Kur’an-ı Kerim de dahil. Bu yüzden önümüzde iki yol var:
1. Ya, bir Arapça kursuna yazılıp sıfırdan Arapça öğreneceğiz. (Yaz Kur’an Kursları, Arapça Kursu değildir. Elif-Be-Te seslerini okuyabilmek, Arapça bilmek değildir. Kastettiğim Arapça bilmek: Bir dil olarak: sıfatıyla, zamiriyle, öznesiyle, yüklemiyle, deyimiyle vs dillerden bir dil olan Arapçayı “anlayabilmek”tir.)
2. Güvenilir bir meal bulup, kendi dilimizde okuyacağız.
Arapça öğrenmek kolay değildir, yıllarını vermeden çok çok zor. Ama meal okumak herkes için çok kolaydır.
Tüm insanlığın Yaratanının tüm insanlığa mesajını herkes okumalı. Anlamadığı yerler olursa, ilk iş sahih hadislerde o ayetin açıklaması var mı diye bakmalı. “Tefsirsiz Kur’an Anlaşılmaz” diyenlere sadece kısmen katılıyorum. Nitekim Kur’an’ın çoğu, açıklama gerektirmeyecek kadar apaçıktır. Sadece bir kısmını anlamak için tefsire ihtiyaç duyulabilir ve bu durumda da: tefsir edecek kişilerin, bunu sahih hadislerle yaptığından emin olunmalıdır.
Aksi halde öyle tefsirler gördüm ki: şiirler ve uydurma hadisler eşliğinde kendi bozuk fikirlerini cahil halka empoze etmeye kalkışan; veya İslam’la bağdaşmayacak yorumlarını “bugün bozulduğunu bildiğimiz” diğer kutsal kitaplarla delillendirmeye kalkışanları… Bu kişilerin Türkiye’deki en büyük cemaatlerden birinin lideri olması ve diğerinin de adı bilinen ünlü profesörlerden biri olması ise işin akıl almaz boyutu.
Emanetleri kaybolmayan Allah’a emanetsiniz kardeşim; ve O’nun gönderdiği dünyada, O’nun rehberliğine… Es selamu aleykum.
Ve aleyküm selam. Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için.