back to top

Yüzyılın Felaketi


İnsan hiç yaşamaktan utanır mı?

Nefes almaktan, sabahları yataktan kalkarken üşümekten, yemek yemekten, gülmekten, mutlu olmaktan utanır mı?

Üzüldüğüm onca saçmalığı düşündükten sonra, uzun zamandır gerçek anlamda bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum. Öyle ki; kalbim acıyor. .

En son 17 Ağustos 1999 depreminde bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz hissetmiştim kendimi. Gece saat 03:00 sularında acı acı çalan telefon sesi ile uyanmıştık Elazığ’ın Sivrice köyünde… Kuş uçmaz kervan geçmez , haftada bir ya da iki gün köy ahalisinin ihtiyaçlarını almak için gelen minübüs dışında tek bir aracın geçmediği, annemin ve diğer kardeşlerinin doğduğu köyde…
Arayan babamdı. Yalova’dan İstanbul’a döndüklerini ve İstanbul’da çok büyük bir deprem olduğunu, ağabeylerimin ve kendisinin iyi olduğunu söyleyip telefonu kapatmıştı. Babamın sesini duymadan geçirdiğim iki haftayı nasıl atlattığımı hiç bilmiyorum. Sonrasında dedemin ağıtlar içinde tarlada ağladığı günü… Hala kulaklarımda canım dedemin gözyaşları…

‘Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayımlanan Meclis araştırması raporuna göre 18.373 kişi öldü. 48 bin 901 kişi ise yaralandı. Yaklaşık 16.000.000 insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir.’

Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen acının adı aynı.

DEPREM!

06.02.2013 tarihinde saat 04:17’de gerçekleşen 7.7, sonrasında öğlen yine aynı şiddetle gerçekleşen iki sarsıcı deprem. Bitmeyen iki dakika… Başta Kahramanmaraş olmak üzere Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay olan 10 il… Ortadan ikiye ayrılan tarlalar, yerle bir olan binalar, enkaz altında kalan onbinlerce insan, yiten hayatlar, biten hayaller…

Resmi kayıtları henüz net değil fakat enkazın adı Yüzyılın Felaketi, siz düşünün gerisini!

Gün gelecek kırdığımız, kızdığımız, üzdüğümüz, sevdiğimiz, aşık olduğumuz o kalpleri arayıp bulmak için belki bir telefonun başında, belki bir enkazın yanında belki de o enkazın altında olacağız. Dün bir arkadaşım depremde bir yakınımı kaybettiğim için mi bu kadar üzgün olduğumu sordu.

Fark eder miydi?

Çok üzgünüm çok…

Acının dili, dini, ırkı mı vardı?

Sanki göçük altında ben kalmışım da üstümde kocaman bir beton yığını var günlerdir. Günlerdir haber alınamayan, soğuktan ölen insanlar… Yetmiyormuş gibi kaçırılan çocuklar, yağmalanan dükkanlar, ulaşılamayan köyler…

Düşündükçe daha çok içime kapanıyorum ve her şey anlamını yitiriyor bir anda. ‘Üşüdüm.’ demeye utanır mı insan? Ben utanıyorum. İnsanlar soğuktan ölürken ben üşüdüm demeye utanıyorum!

Kahramanmaraş’ta depremden 56 saat sonra kurtarılan Masal bebeği ve bebeğini göçük altında emzirerek hayatta kalmasını sağlayan anneyi düşündüm. Büyüdüğü zaman nasıl hayatta kaldığı anlatıldığında masal gibi gelecek belki de…

Sonra Çağatay’ı düşündüm, gencecik bir adam… Annesi ile birlikte enkaz altında saatler geçiren, donarak öleceğini anlayınca da annesini yaşatmak için battaniyesini annesine verip ‘Anne ben biraz uyuyayım.’ diyip hayata gözlerini kapatan güzel yürekli evlat…

Dondurucu soğuğa rağmen 15 yaşındaki kızının enkaz altındaki cansız bedeninden sarkan elini bir an olsun bırakmayan acılı baba…

Kendisinin yemesi için verilen bisküviyi enkazın altından kurtarılmasını beklediği evlatları için cebinde bekleten yürekli baba…

Daha bir gün önce son dakika golü ile taraftarını sevince boğan Hataysporlu futbolcu Christian Atsu’nun günler sonra çıkarılan cansız bedeni…

Enkazların altından çıkarılan eşyaların arasına sıkıştırılan notlar, fotoğraf albümleri, günlükler sahiplerinin alması için bir yerde toplanıyor. 25 şubat tarihinde nikah törenleri olan bir çiftin davetiyesi. Ben okuduğumda duygudan duyguya geçiş yaptım. Biz sevdiğimizin, sevdiklerimizin, hayatımızın kıymetini bilmezken sadece bedenler kalmadı enkaz altında. Hayatlar da yarım kaldı hayallerde… Acaba sevgilisi affetti mi, acaba o anne baba yaşıyor mu, nelerden vazgeçti o insanlar, nelere katlandılar, nelere güldüler, neler ile başetmeye çalıştılar koca dünyaya karşı?

Baba oluyorsun yakışıklı!

Beni affeder misin sevgilim?

Bütün dünya vazgeç dediğinde umut fısıldar; bir kez daha dene

Hangi yaşta ölürsek ölelim, tamamlanmayan cümlelerimiz olacak.

Bugün nedense sana karşı hislerimi, duygularımı, herşeyimi açıkca anlattım. Saçma sapan gülüyorum kendime. Sonunda üzülmek olmasın diye dua ediyorum. Bütün şairler sana mı aşıktı ki? Her okuduğum şiirde, şarkıda sen vardın.

‘Hayat ne kadar kısa di mi lan!’ diyip trafik kazasında hayatını kaybeden canım kardeşim Kerim’i hatırlattı bana. O an gülerken saatler sonra dünyamız, evimiz, hayatımız başımıza yıkılabiliyor.

Havaalanının yıkılması, hava muhalefeti, bozulan yollar ve depremden etkilenen alanın çok geniş bir alana sahip olması yardımların gecikmesine dolayısı ile birçok insanın enkaz altında donarak ölmesine sebep oldu diyorum ama içim hiç inanmıyor. Çok daha insan kurtarabilirdik ve çokca geç kaldık. Tüm dünya yardıma geldi de biz kendi ülkemizden müdahale edemedik. Ettik ama günler sonra! Azerbeycan, Yunanistan, Japonya, Fransa, Çin, İspanya…

Ülke olarak çok zor zamanlar geçiriyoruz. Bu süreçte herkes patlamaya hazır bir bomba gibi. İnsanları yaptıkları için eleştiremeyiz. İnsanlar yemek yiyebilir, müzik dinleyebilir, uyuyabilir ya da hiç tepki vermeyebilir. Herkesin acıyı yaşama biçimi farklıdır. Bazıları yazar, bazıları ağlar, bazıları uyur, bazıları tepki vermez. Ama bu değildir ki kimsenin umrunda değil. Eminim hepimiz üzülüyoruz ve yapabildiğimiz yardımları yapıyoruz. Bilmiyoruz ki; Uyuyor diye kızdığınız insan bütün gece yardım kolisi taşıdı belki ya da müzik dinliyor diye kızdığınız insan iç sesini susturmaya çalışıyor? Bilemeyiz.
Çoğu kötü zamanlarda enerjimi yüksek tutarak ayakta kalmaya çalışırken şimdi kafa sesimi susturmak için hem yazı yazıyorum hem de yüksek sesle müzik dinliyorum. İzlememeye çalışıyorum ama kalbim paramparça. Kaçamıyorum, uyuyamıyorum, gülemiyorum, konuşmak bile gelmiyor içimden. Biri şöyle dokunsa ağlayacağım…

Sabah sosyal medya üzerinden haberlere bakıyordum. Bugün sadece 08:00 ve 11:00 saatleri arası aynı bölgede binden fazla artçı deprem olmuş. Zaten sağ kalan bina sayısı çok azken büyük ihtimalle onlar da yıkılacak. He birde bu kadar acı üstüne ülkenin mülteci kampına dönme durumu var.
Hemen hemen bütün holdingler, büyük- küçük ölçekli işletmeler tek yürek olup deprem bölgelerine yardım gönderirken içimde geleceğe dair bir umut beliriyor. Sonra iki üç sene içinde belki o enkazın altında biz olacağız diye düşünüp bir karamsarlık sarıyor içimi…

Bugün depremin üzerinden iki hafta geçti neredeyse ve hala sağ çıkan, direnen, yaşam mücadelesi veren insanlar var. En acısı da neydi biliyor musunuz? Yıkılan bir anaokulu enkazının üzerine depremde hayatını kaybeden çocuklar için balonlar asılmıştı ve hiçbir balon beni bu kadar mutsuz etmemişti. Aklımın almadığı ise bebekler iki saat aç kalmaya dayanamazken ya da ağlamaktan katılmadan nasıl on gün enkazın altında sağ kalarak yaşamaya devam etmişti? Mucize diye birşey varsa işte buydu.

Hayat ne garip di mi lan!

Bugün başkalarının acılarına üzülüyoruz. Ama bilmiyoruz ki yakın zamanda bizde o insanlardan biri olacağız ve herşey yarım kalacak. Geç olmadan gidin sarılın sevdiklerinize, affedin sizi inciten, kıran, üzen, hırpalayan, yaralayan ne varsa! Hayallerinizi gerçekleştirmek için toprak olmayı beklemeyin,yaşayın doya doya…

Senem Acar
Senem Acarhttp://Hayalimdekiben.com/
Yaşadıklarımı Örnek Almak İçin Bir Sebebin Yok. Alma Zaten. Ben Kılavuzun Değilim, Dilediğin Zamana Kadar YOL ARKADAŞINIM!

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgilinizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir